Okunması şart makaleler:

Tasavvuf ve Tarikatlardan Yeni Dünya Dinine: Bölüm 1 ve Bölüm 2
Komünizm, Kızıl Devrim, Sovyetler Birliği ve Şirketler
İnsan, Din ve Kuran
Bu da amme hizmeti: Okunması Gereken Kitaplar Listesi

Bir Başka Din: Tasavvuf kitabı çıktı; internet'ten sipariş etmek için kitapyurdu link'i.

YENİ: Youtube'daki hodor hodor konuşmalarım için buradan alalım.

14 Temmuz 2012 Cumartesi

Öküz


Ufakken bizim mahallede bi Ali vardı, karşı balkonumuzda otururdu, hiç siklemezdim ben bu Ali'yi. Balkona çıkarken karşılaşırdım bazen, karpuz yiyip Ali'yi seyrederdim. Garip çocuktu çünkü Ali, köpek dişleri de bi acayipti, o dişlere neden köpek dişi denildiğini Ali'yi seyredince çok rahat anlayabiliyordum. Hatta Ali'dekilerin adı köpek dişi de olamazdı, itoğlu it dişi falandı onunkiler. En sevdiğim arkadaşım da yan balkonumuzda oturan Uğur'du. Uğur'un bilgisayarı da vardı, sahip olduğu en teknolojik alet 7up'ın gazoz kapağı olan bir çocuk için bilgisayarı olan arkadaş ne demektir bilemezsiniz. 7up'ın gazoz kapağını da küçümseme, böyle yeşilli falan bir rengi vardı, soluk Sarıkız soda şişesi kapağının yanında bambaşka bir icat gibiydi. Neyse, bazen beni eve çağırsın diye gözünün içine bakardım Uğur'un. İlk Fifa 96'mı Uğurlarda oynamıştım, ne sevinmiştim amına koyim. Derken Uğurlar bir gün memlekete gittiler, koca yaz mahallede arkadaşım kalmamıştı, ben de mecbur Ali'ye kaldım. Bütün yaz Ali'yle dolaştım, akşamları balkonda deterjanlı su ve pipetle baloncuk yaptık karşılıklı. O yaz, Ali'nin annesinin bakışları bile değişmişti bana karşı. O soğuk Aliye Rona gitmiş, onun yerine sımsıcak bir Adile Naşit gelmişti adeta. Zira önceden pek sevmezdi beni Ali'nin annesi, başı da kapalıydı ve ben çok küfür eden bir çocuktum. Ali'yle oynamamı istemezdi pek. Günler, haftalar geçti. Uğurlar memleketten döndü ve ben yine Ali'nin yüzüne bakmaz oldum. Zira Uğur'un yanında Ali'nin bana hissettirebileceği ve vadedeceği hiçbir şeyi yoktu. Maldı da biraz Ali, salak salak espriler yapardı. Tamam çocuğuz da, "ben ninja kaplumbağayım" deyip abuk subuk hareketler yapmak nedir mına koyim? O kadar salaktı ki, bazen yaptığı hareketler yüzünden ben utanırdım. Başkaları adına utanmak da çok boktan bir duygudur ayrıca, neyse işte. Uğurlar dönünce, ilk günlerde Ali ufak çaplı bir şok geçirdi benim ona olan ilgisizliğim karşısında, ilk birkaç gün yeniden eski günlere dönebiliriz umuduyla türlü atılımlarda bulundu. Ama olmadı, artık Uğur vardı ve kim siklerdi Ali'yi? Sanırım birkaç gün sonra muhtelif zamanlarda bizi pencereden gözetleyen annesi durumun iyi bir analizini yapıp Ali'ye gerçekleri anlattı ve "bak arkadaşı gelince yüzüne bakmaz oldu, konuşma artık onunla" minvalinde uyarılarda bulundu. O günlerden sonra Ali'yle ne zaman karşılaşsam, suratında o siktiri yemiş ve hayal kırıklığı yaşamış mazlum insan profilini gördüm. Evet acımasızdım belki de, ama sen de çok çocuktun be Ali. Fakat her şeye rağmen Ali'nin bana öğrettiği bir şey olmuştu, koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi denilirmiş.

Sonra biraz büyüdüm, ilkokula başladım. 3. sınıfta farkettim ki sınıftaki kızların yarısı bana aşıkmış. Zira ilkokulda bir çocuğun beğenilme oranı, derslerdeki başarısıyla doğru orantılıdır, kızların gözündeki güç sembolü, o çağlarda okuldaki derslerdir. İlk kız arkadaşım da o sene olmuştu, kız arkadaş dediysem, yaptığın maksimum şey tenefüslerde baş başa konuşmaktı. Denyoluk yani, sevişmek dışında şimdikinden pek de bir farkı yok. Fakat ben de nasıl kendime has bir denyoysam, her gün evden okula giderken bakkaldan kız arkadaşıma hediye alırdım. Polo şeker olsun, Tombi cips olsun, Eti Puf olsun, envai çeşit bakkal ürünlerinden birini alırdım harçlığımın yettiği kadarıyla. Şimdi hatırlayınca bile utanıyorum lan, ne bileyim değer verdiğimi ve sevdiğimi göstermek istiyordum sanırım. Birkaç sene sonra o okuldan ayrıldım, biraz fazla okul ve sınıf değiştirdim ben zaten niyeyse. Fakat bir şey söyleyeyim mi, ilk sevdiceğim de bana bir şey öğretmişti, görmemişin oğlu olunca çükünü koparırmış.

Hala ufaktım ama eskisine göre biraz daha büyüdüm. Yıllar geçti. Neşeli Günler tadındaki Münir Özkul filmlerinden birinde piç bir Oktay vardı, hangi film olduğunu hatırlamıyorum ama ben Oktay'ı hatırlatayım. Hani Münir Özkul'un çocuklarından birine arabayla çarpıyordu, sonra tekini de öldürüyordu ve zengin olduğu robdöşambır giymesinden anlaşılan babasının yanına sığınıyordu. Babası da ona "hiçbir şey olmaz aslan oğlum benim, yurtdışına kaçırırım seni." diye sahip çıkıyordu, hatırladın di mi? He işte, bunu niye mi anlattım, babam da gözümde zor durumda sığınılacak tek kapıydı. Zengin değildi belki, ara sıra bana iskender söylediğinde kendine de bir su söylerdi ama şahane adamdı. Başım sıkışınca kuyruğumu kıstırıp yanına gidebildiğim ve bana "hiçbir şey olmaz aslan oğlum benim" diyebilen tek adamdı. Sonra bir gün öldü o. O gün eve gelen herkes ağladı, ertesi gün de beni gören herkes ağladı, cenazesinde de herkes ağladı. Sonra ne oldu biliyor musunuz? O ağlayan herkes unuttu, fakat ben unutamadım. O gün ağlayan herkesin acısı zamanla geçti, fakat ben zamanla daha da kötü oldum. O gün ağlayan herkes zamanla daha az anar oldu ismini muhabbetlerde, ama ben daha da fazla anar oldum. Bu da bir şey öğretti bana, ateş düştüğü yeri yakarmış.

Sonra biraz daha büyüdüm, hatta bu sefer kimseyi küçük olduğuma inandıramayacak kadar büyüdüm. Bir anda, pat diye koptum herkesten. Sık sık görüştüğüm insanlardan soğudum, sık görüştüğüm insanlardan soğudum, görüştüğüm insanlardan soğudum ve en sonunda insanlardan soğudum. Hiçbir şey gözümde yaşanmaya değer durmamaya başladı. Sigara dışında hiçbir şeye para harcamaz oldum. 49 kilodan 70'lere çıkar oldum. Sakallarımı tıraş etmeye üşenir oldum. Ayağıma giydiğim çorapların aynı çift olmadığını 1 gün sonra farkeder oldum. Telefonum çalınca utanmadan çat diye no'ya basabilir oldum. İçime öyle bir öküz oturuyor ki, gazoz kapaklarından Fifa 96'ya terfi etmiş çocuk gibi yeni yerinden hiç kalkmak istemiyor.

Sanırım bu hayatta her şeyi önceden yaşayan birileri olmuş, olmuş ki farkında olabilmişler. Her duyguyu tecrübe eden birileri olmuş, olmuş ki adını koyabilmişler. Atasözü demişler adına da.

Öyleyse söyleyin şimdi bana, zararın neresinden dönsen kâr mıdır, yoksa inceldiği yerden kopsun mudur?